Yeni Türkiye sloganıyla cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını başlatan Recep Tayyip Erdoğan 12. cumhurbaşkanı sıfatıyla Çankaya Köşkü’nde görevine resmen başladı.
Erdoğan, öncesinde TBMM Başkanı Cemil Çiçek’ten mazbatasını aldıktan sonra yemin etti.
Meclis’teki yemin töreninin ardından Anıtkabir’i ziyaret eden Erdoğan Atatürk mozolesine ay yıldızlı çelen bıraktı. Daha sonra Anıtkabir özel defterine yazdığı yazıda ‘vefatınızın ardından cumhurbaşkanlığı makamı ile cumhur arasındaki bağlar zayıfladı’ ifadesini kullandı.
Erdoğan ardından devir teslim töreni için Çankaya Köşkü’ne geçti. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ‘Devlet Şeref Madalyası’ veren Erdoğan devir-teslim töreninin ardından yabancı devlet adamları ile Çankaya Köşkü’nde akşam yemeğinde buluştu.
Devir teslim törenine 90’a yakın ülkenin hükumet ve devlet başkanı iştirak etti.
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir cumhurbaşkanlığı yapacağı ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile ne tür bir görev paylaşımı içinde olacağı merak konusu. euronews muhabiri Bora Bayraktar Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Enstitüsü’nden Profesör Dr. Talip Küçükcan ile bu sorulara yanıt aradı:
Bora Bayraktar, euronews:
Cumhurbaşkanı yemin etti, görevine başladı. Sizce Erdoğan nasıl bir cumhurbaşkanı olacak?
Profesör Dr. Talip Küçükcan:
“Türkiye’de ilk defa halk oyuyla bir cumhurbaşkanı seçildi. Bu Türk siyaseti açısından bir ilk. O nedenle bunu yeni bir dönemin başlangıcı olarak görmek ve okumak gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı tüm konuşmalarda aktif bir cumhurbaşkanı olacağını, anayasanın kendisine verdiği bütün yetkileri kullanacağını söyledi. Bu açıdan bakıldığında geçmiş dönemlerdeki cumhurbaşkanlarından daha aktif bir cumhurbaşkanı olacağı daha Türk siyasetinin içinde ve dış politikada etkin bir cumhurbaşkanı olacağı anlaşılıyor.
Verdiği mesajlar hem Türkiye siyaseti ile ilgili hem de bölgesel gelişmelerle ilgili. Bir kere Türkiye siyasetinin 12 yıldır bir değişim gösterdiğini ifade etti. Bu değişimin devam edeceğini söylüyor. Erdoğan’ın uzun yıllardan beri üzerinde durduğu bir kavram var: Bu da ‘Yeni Türkiye’ kavramı. Erdoğan geçmiş dönemde vesayetle mücadele ettiğini, eski Türkiye’nin artık kalmadığını, bunun yerine demokratik açılımı ön plana çıkaran, kalkınmayı önceleyen bir Türkiye vizyonu olduğunu ifade ediyor. Yemin konuşmasında ve daha önceki konuşmalarında bunu gördük. Üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri Kürt sorunun çözümüyle ilgili açılım sürecinin devam etmesi. Bu konuda geri adım atmayacaklarını ifade ediyor. Bu konuda da hem hükümeti destekleyeceğini hem de Türkiye kamuoyu üzerinde de etkili olacağını ifade ediyor.
Diğer bir alan tabii ki Türkiye’nin kalkınması. AK Parti kalkınmacı bir parti olarak Türk tarihine geçti. Erdoğan bu konuda da üzerine düşenler olduğunu söylüyor. Evet başbakanla işbirliği yapacağız. Görev dağılımı, bölüşümü yapacağız. Ama ben Türkiye’nin altyapı meseleleriyle ilgileneceğim. Buna havaalanları da dahil köprüler de dahil. Türkiye’nin bu alandaki yürüyüşünü sürdüreceğiz. Çünkü ona göre Yeni Türkiye aynı zamanda kalkınmış ve müreffeh bir ülke.
Dış politika açısından da Sayın Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde aktif olacağını varsaymak mümkün. Zaten başbakanlığı döneminde de dış politika konularına giriyordu. Özellikle bölgesel krizlerin çözümü konusunda ifadeleri vardı. Hem yemin konuşmasında hem de öncesinde yakın coğrafyaya, Osmanlı varisi ülkelere de hitaben konuşmalar yapıyordu. Bu da Türkiye’nin ve Erdoğan’ın kendine biçtiği liderlik vizyonuyla alakalı. Öyle görünüyor ki Erdoğan Türk dış politikasına da damgasını vurmaya devam edecek. Tabi bunu yaparken geçmişte bazı ülkelerle ilgili konuşuyordu. Suriye ile ilgili, liderlerle ilgili konuşuyordu. Mısır’la ilgili konuşuyordu. Yeni dönemde daha çok uluslararası aktörlerle ve uluslararası örgütlerle dış politika meselelerini istişare edecek. Cumhurbaşkanlığı vizyon belgesinde ifade ettiği bir mesele var, Küresel adalet meselesi. Gazze olaylarında bunu gördük. Somali’deki yoksulluğun giderilmesi konusunda daha önce başbakanlığı sırasında faaliyetlerini gördük. Bu küresel adalet ve eşitliğin sağlanması konusunda BM dahil olmak üzere pek çok platformda etkili olacak.
Eski Türkiye ve Yeni Türkiye arasında önemli farklar var. Bu sadece bir söylemden ibaret değil. Eski Türkiye’den kastedilen şey daha çok Kemalist ideolojinin baskın olduğu, farklı kimliklerin tanınmadığı, inkar edildiği, bastırıldığı din ve devlet işlerinde çok katı bir laikliğin olduğu, askeri vesayetin kendisini belirgin bir şekilde ifade ettiği, yargı kanalıyla, bürokrasi kanalıyla siyasetin dizayn edildiği bir Türkiye, eski Türkiye. Dolayısıyla eski Türkiye’de siyasi katılımın daha dar olduğunu, temel hak ve hürriyetlerin daha kısıtlı olduğunu görüyoruz. Eski Türkiye aynı zamanda siyasi istikrarsızlığın da olduğu bir Türkiye. Özellikle 1990’lı yıllardan 2 binlere gelindiğinde her 1,5 yılda bir seçim yapılan bir Türkiye. Medyada belli bir tekelin oluştuğu, sermayede belli bir tekelin oluştuğu bir Türkiye. Yeni Türkiye’den kastedilen şey daha çoğulcu bir Türkiye. Avrupa Birliği ile entegrasyon sürecinde olan dolayısıyla demokratikleşme paketlerini arka arkaya getiren bir Türkiye. Askeriyenin etkisini minimuma indiren bir Türkiye. Siyasal katılımı da mümkün olduğu kadar genişleten bir Türkiye. Özellikle bunu Kürt meselesinde açık bir şekilde gördük. Devletin geçmişte uyguladığı baskıcı politikalardan vazgeçen bir Türkiye. Eski Türkiye içine kapanık bir Türkiye, dış politikasına baktığımızda çok ilişkisi olmayan, ekonomik ilişkilerinde sıkıntı olan bir Türkiye. Yeni Türkiye ise dış politikada daha aktif, komşularıyla ekonomik entegrasyona giden bir Türkiye. Elbette eski Türkiye ile yeni Türkiye’yi ayrıştıran en önemli faktörlerden birisi de ekonomide gelinen nokta. Eskiden enflasyonun yüzde 100’lere ulaştığını görüyoruz yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmekte sıkıntıları olduğunu, Türkiye’yi güvenli bir liman olarak görmediklerini biliyoruz. Yeni Türkiye bu sorunların aşıldığı ve aşılmaya başladığı bir Türkiye olarak görülüyor. Ama tabi Yeni Türkiye pek çok sorunla karşı karşıya olacak, pek çok meydan okumalarla karşı karşıya olacak. Çünkü bu bir süreçtir. Yeni Türkiye inşa halinde olduğunu iddia ediyor AKP. Hem Davutoğlu hem Erdoğan. Bu 12 yıldır başlattıkları reformları ve restorasyon sürecini devam ettireceklerini söylüyorlar. Bu Türk siyaseti açısından önemlidir. Muhafazakar bir partinin İslamcı köklerden gelen bir partinin dünyayla entegre olması, küresel gelişmeleri takip etmesi, demokrasiyle barışık, laiklikle sorunu olmayan ama onları da dönüştüren bir anlayışa sahip olması. Bütün bunlar Yeni Türkiye kavramının içini dolduran kavramlar ve gelişmeler.
euronews:
Davutoğlu başbakan olarak açıklandı, bundan sonra da AK Parti’nin başında olacak. Davutoğlu nasıl bir başbakan olacak sizce?
Profesör Dr. Talip Küçükcan:
“Davutoğlu önemli bir entelektüel. Doktora tezini Doğu ve Batı siyaset felsefesi üzerine yazmış bir kişi. Dolayısıyla her iki dünyayı da gayet iyi kavrayan ve bilen, ikisi arasındaki çatışma noktalarını, kriz noktalarını da bilen ve bunları çözmek için uğraşan bir entelektüel ve siyaset adamı.
Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olması Türkiye’de yeni bir dönem değil aslında AKP’nin 12 yıllık döneminin bir devamı olarak görmek lazım. Belki biraz daha dinamizm katacaktır. Belki biraz daha AK Parti’de bir gençleşme yaşanacaktır. 3 dönem kuralından dolayı bazı milletvekilleri, tecrübeli, birikimli, yaş olarak ileri olan milletvekilleri parlamento dışında kalacaktır. Bu aslında AKP’nin aşağıdan gelen toplumsal baskılara ve taleplere alan açtığını gösteren bir gelişme. Bu gelişme açısından bakıldığında Ahmet Davutoğlu önemli bir isim, genç bir isim. Aynı zamanda cumhurbaşkanıyla uyumlu çalışacak bir isim. Verdiği mesajlara bakıldığında yine Doğu-Batı değerlerini önceleyen bir insan. Daha önce Türkiye’nin ortak olarak başlattığı Medeniyetler ittifakına da önemli katkılarda bulunmuş bir insan.
Kullandığı dil evrensel bir dil. Bu açıdan bakıldığında Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’de başbakan olması Doğu-Batı ilişkileri açısından bir şans. Yeni bir dönem denilebilir. Çünkü AKP ve Ahmet Davutoğlu şu gerçeğin farkında. Türkiye’nin ince gücü, Türkiye’nin kendi içindeki konsolidasyonla, kutuplaşmaların azalması ve demokrasinin güçlendirilmesiyle doğru orantılı. Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ilişkileriyle doğru orantılı. Türkiye AB ilişkileri ne kadar güçlü olursa Türkiye’nin başka ülkelerde model olarak görülmesi, ilham kaynağı olması, Türkiye’nin ince gücünü artırmasıyla doğru orantılı. Dolayısıyla Ahmet Davutoğlu’nun önümüzdeki günlerde Doğu-Batı ilişkilerinde bir denge kurma ve bu dengeyi sürdürme yönünde siyaset üreteceğini söyleyebiliriz.
Uluslararası ilişkilerde tek ülke belirleyici değil. Suriye ve Irak meselesinde olduğu gibi Türkiye’nin dış politikası eleştiriliyor. Suriye ve Irak’ta Türkiye oyun kurucu ülke olmadı zaten. Arap devrimlerinin başlaması Türkiye’yi psikolojik olarak devrimcilerin yanında yer aldı. Türkiye bu olaylarda tek başına kriz çözücü olamazdı.