
Mesut Kaya
Related Authors
Johannes Zachhuber
University of Oxford
Bilal Orfali
American University of Beirut
Ian Young
Australian Catholic University
Eric H Cline
The George Washington University
Elizabeth Monier
University of Cambridge
Edith Szanto
University of Alabama - Tuscaloosa
Armando Salvatore
McGill University
Lydia Schumacher
King's College London
Sean W . Anthony
Ohio State University
Bruno De Nicola
Austrian Academy of Sciences
InterestsView All (30)
Uploads
Papers by Mesut Kaya
AL-MAʾĀKHIDH ʿALĀ MAFĀTĪḤ AL-GHAYB
Written with a view to revealing opposing ideas and evidence, refutations
(raddiyya) are among the most popular works in the history of Islamic thought.
This genre, predominant in theology, fiqh and linguistic disciplines during the
formation period of Islamic thought, has in time come to be also visible in other
fields, such as tafsīr. This occurred as continuation of the critical approaches
towards different views in tafsīr, which had existed since the early periods and
manifested itself more with the emergence of sects pertaining to the religious
practices and dogmas. In particular, the exegetical position based heavily on
personal opinion (raʾy) and reasoning has brought along opposing ideas in tafsīr
as well as refutations as a new genre.
However, while the occurrence of the first refutations in Islamic culture dates
back to the second century of Hijrah, the earliest known refutations in tafsīr seem
to have appeared in the seventh century. The most famous work of the genre is
al-Intiṣāf authored by Ibn al-Munayyir (d. 683/1284) to refute Muʿtazilite ideas
held in the renowned exegesis al-Kashshāf by Jār Allāh al-Zamahksharī (d.
538/1144), to be prominent particularly after seventh Islamic century. This
work was followed by al-Inṣāf written by ʿAlam al-Dīn al-ʿIrāqī (d. 704/1304) as
a critique to Ibn al-Munayyir and yet another refutation against Zamahksharī, alTamyīz by ʿUmar al-Sakūnī (d. 717/1317). Among the refutations against alKashshāf is Taqī al-Dīn al-Subkī’s (d. 756/1355) Sabab al-inkifāf, in which he
explains the reason why he stopped using al-Kashshāf in his classes after having
taught it for many years in madrasas. A refutation of al-Bayḍāwī, al-Itḥāf by
Muḥammad b. Yūsuf al-Dimashqī (d. 942/1536), which was modelled on the
glosses on al-Bayḍāwī by Jalāl al-Dīn al-Suyūṭī (d. 911/1505), is also one of the
well-known works of this literature…
[The Extended Abstract is at the end of the article.]
ğunda ittifak ettikleri Mücâhid b. Cebr, tefsirde görüşlerine çokça müracaat edilen bir
otoritedir. Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Taberî gibi âlimlerin Mücâhid’in tefsirdeki görüşlerine itimat etmiş olmaları, bu durumun en önemli göstergesidir. Mücâhid
bu özelliklerinin yanında, Kur’ân-ı Kerim’de bazı kıssaların anlatıldığı yerleri bizzat
görmek için seyahat etmek, belirli konularda Ehl-i kitaba bilgi sormak ve tefsirde reye
önem vermek gibi yönleriyle de dikkat çekmiştir. Rey tefsiri kapsamında değerlendirilebilecek olan ve kimi âyetlerin tefsirinde kullandığı “mesel/temsil” ifadesi, Mücâhid’in
bazı âyetleri tevil etme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Onun bu tür görüşleri,
klasik dönemde ihtiyatla yaklaşılması gereken yorumlar olarak görülüp Taberî gibi
müfessirlerce tenkit edilirken, çağdaş dönemde aklî tefsirin kapısını aralayan ve bu yö-
nüyle Mu‘tezile gibi fırkaların tefsir anlayışına öncülük ettiği ileri sürülen bir müfessir
olarak telakki edilmesine yol açmıştır. Bu makale Mücâhid’in tevillerinin mahiyetini
ve ona nispet edilen farklı tefsir vecihlerinden bir kısmını konu edinecek, onun aklî
tefsirin öncüsü olup olmadığı meselesini tartışacaktır.
sağladığı imkânlarla Kahire ve Şam, İslam dünyasının her yerinden gelen ilim talebeleri ve
hocalar için önemli cazibe merkezleri haline gelmiştir. Bu atmosfer içinde dinî ve aklî ilimlerin
hemen her dalında ciddi bir tedris faaliyeti yürütülmüş, bu alanlarda, ilmî geleneğin muhafaza
edilip sürekliliğin sağlandığı, ayrıntı ve derinliğin hâkim olduğu telif çalışmaları yapılmıştır.
Böylelikle Memlûkler İslam dünyasının her bölgesini ilmî ve kültürel anlamda besleyen
önemli bir havza olma özelliği kazanmıştır. Memlûkler dönemi tefsir ilmi açısından zengin bir
dönemdir. Medrese, camii ve hânkâhlardan oluşan eğitim kurumlarına mutlaka bir tefsir mü-
derrisi kadrosu tahsis edilmiş, devrin seçkin simaları tarafından bu kurumlarda çeşitli tefsir
metinleri okutulmuş ve tefsir dersleri icra edilmiştir. Sözgelimi Mansûriyye Medresesi, Tolunoğlu Camii veya Cemâliyye Hânkâhı’nda nesiller boyu kesintisiz tefsir dersleri verilmiştir.
Bu derslerde çoğu kez o döneme kadar tefsir ilminde hâkim bir konum elde etmiş olan Zemahşerî’nin (öl. 538/1144) el-Keşşâf’ı takip edilmiştir. Bunu el-Keşşâf merkezli bir tefsir olan
Beyzâvî (öl. 685/1286) tefsiri ve rivayet ağırlıklı tefsirler içinde önemli bir yeri bulunan Begavî (öl. 516/1122) tefsiri izlemiştir. Begavî tefsiri özellikle tefsirin merkezinde rivayeti gö-
ren kesimlerce tercih edilmiştir. Ayrıca bu dönemde daha çok halka açık bir mahiyet taşıyan
ve tefsir, hadis ve mev‘ıza kitaplarının takrir edildiği mîâd dersleri yapılmıştır ki, bu,
Memlûkleri ilmî hayatta ayrıcalıklı kılan hususiyetlerden biridir. Okutulan bu derslerin ve bir
nevi onların hasılası sayılabilecek tefsir ürünlerinin tefsir ilminin inkişafına ciddi katkıları olduğu muhakkaktır. Tefsir ilminin olgunluk dönemi olarak nitelendirebileceğimiz bu dö-
nemde, tefsirde ciddi bir derinleşmenin ve ilerlemenin olduğunu gösteren pek çok tefsir kaleme alınmıştır. Bu tefsirler Memlûkler dönemi ve sonrasında İslam coğrafyasının her bölgesinde kabul görmüş ve günümüze kadar okutula gelmiştir. Kurtubî (öl. 671/1273), Hâzin (öl.
741/1341), Ebû Hayyân (öl. 745/1344), Semîn el-Halebî (öl. 756/1355), İbn Kesîr (öl.
774/1373), Bikâî (öl. 885/1480) ve Süyûtî (öl. 911/1505) gibi meşhur müfessirlerin eserleri
bunların en kayda değer örnekleridir. Memlûkler döneminde ilmî ve fikrî seviyenin bir aynası
durumundaki şerh, hâşiye ve muhâkemât türünden de pek çok eser kaleme alınmıştır. Genellikle Zemahşerî ve Beyzâvî tefsirleri üzerine şerh ve hâşiye çalışmaları yapılırken; bu tefsir ve
şerh-hâşiyelerdeki görüş ve yorumların tartışıldığı reddiye ve muhâkemeler, ilmî faaliyetlerin yüksek seviyesinin açıkça görülebildiği metinler olmuştur. Bunların başında Kutbeddin
er-Râzî’nin (öl. 766/1365) el-Keşşâf üzerine yazdığı şerh gelir ki bu şerh el-Keşşâf literatü-
rüne sağladığı katkılarla sonraki şarihlerin tartışma konularının akışını belirlemiştir. Hanefî
muhakkiklerden Ekmeleddin el-Bâbertî’nin (öl. 786/1384) el-Keşşâf şerhi ile Abdullah b.
Yûsuf ez-Zeylaî’nin (öl. 762/1360), el-Keşşâf’ın hadislerini, sahâbe ve tâbiîn nakillerini değerlendirdiği eseri, Memlûkler dönemi el-Keşşâf literatürünün en kayda değer eserlerindendir.
Memlûklerin erken bir döneminde Şam’da yaşayan Takıyyüddin İbn Teymiyye (öl.
728/1328), merkezine, Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin (selef) görüşlerini koyduğu bir ilim ve düşünce geliştirmiştir. Selefî düşüncenin canlandırılması anlamına gelen bu
yaklaşım tefsir ilmine de yansımış, İbn Teymiyye rivayetlere dayalı bir tefsir anlayışını benimserken mezhep taassubuna dayalı bir re’ye karşı keskin bir tavır takınmış, bu çerçevede
kendinden önce yazılmış tefsirlere sert eleştiriler yöneltmiştir. İbn Teymiyye, tefsirde selefî anlayışa güçlü bir vurgu yapmış ve bu anlayışıyla dönemin kimi kesimleri üzerinde etkili olmuştur. Tarihçi, muhaddis ve Şâfiî fakihi İbn Kesîr, İbn Teymiyye’nin tefsir anlayışından etkilenenlerden biridir. Fakat o re’y tefsirine onun kadar katı yaklaşmamıştır. İbn Teymiyye ve
İbn Kesîr’in tefsir anlayışı, klasik dönemin meşhurları Zemahşerî ve Beyzâvî tefsirleri karşısında çok tutunamamış olsa da selefî düşüncenin yeniden canlandığı modern zamanlarda gün
geçtikçe popülerliğini artırmıştır.